GELİŞMELER

Kalpten mi, Korkudan mı?

Kalpten mi, Korkudan mı?

13 Aralık 2013

Şimdi sizi bir anıya götürmek istiyorum. Çok büyük bir salon düşünün. Kocaman sahnesi son derece şık ve profesyonel bir şekilde hazırlanmış. Müzik, ışıklar, barkovizyonda görüntüler… Liderlikle ilgili, tüm gün sürecek bir iç toplantı, büyük bir toplantı. Şirketin farklı ülkelerden gelen farklı kademelerindeki, bin kadar yöneticisi merakla oturmakta ve beklemekte. Birkaç konuşmacı var. Ben de konuşmacı olarak davetliyim. Hem benden önceki konuşmacıları dinliyorum, hem de sıramı bekliyorum. Gün son derece güzel akıyor. Konuşmacılar başarılı, gülüyoruz, bilgileniyoruz, düşünüyoruz. Derken sahneye “O” çıkıyor. Şirketin en üst seviyedeki liderlerinden biri! Bir anda hava değişiyor, tüm salon alkışlarla, ıslıklarla adeta yıkılıyor. Enerjisi, güleç yüzüyle tüm salona bakıyor. Aynı anda, daha hiç konuşmadan, gücünü tüm salona aktarabiliyor. Muazzam bir an…

Başka bir anı… Skype üzerinden bir görüşmedeyim, aynı şirketin yurt dışındaki yöneticilerinden biri ile çalışıyoruz. Konu bir noktada vizyona ve aidiyete geliyor. Müşterimin gözlerinin dolduğunu fark ediyorum. Bana “O” ‘na ve vizyonuna çok inanıyorum. Olmamı istediği her yerde olurum diyor. İçimden geçiyor yine, liderin kilometreler ötesine dokunabilmesi, uzanabilmesi…

Eminim siz de benzer anlar yaşamış, bu anların yaratıcısı ya da etkileneni olmuşsunuzdur. Lider ve liderlik ettiği kişiler arasındaki bağ pek çok şeye dayanabilir. Bu bağ kalpten oluştuğunda nasıl da güçlü oluyor, etkisi ve titreşimi nasıl da elle tutulur, gözle görülür hale geliyor değil mi? Tanıdığım değerli kadın liderlerden Feza Avcı şöyle dedi, ben tüm bilgimin, deneyimimin, yetkinliklerimin üstüne kalbimi koyuyorum. Benim kalbimin sesi işlerime yansır ve tabi ekibime. Ne kadar cesur bir hareket ve ifade! Cesur diyorum çünkü sanki iş hayatı söz konusu olduğunda kalbe yer yokmuş gibi yaşandığını gözlemliyorum. Bu bazen cümlelerde, bazen planlarda, alınan kararlarda ya da kararların uygulanma şeklinde ortaya çıkıyor. Şu cümleyle karşılaşmayanınız var mı, “Ben işime duygularımı karıştırmam…”

Umuyorum bu cümleyi kuranlardan değilsiniz. Bir zamanlar kurumsal hayata parlak bir fikir olarak satılan “işe duyguları karıştırmama” balonu patlayalı çok oldu. Bağlılık araştırmaları, iç müşteri memnuniyeti sonuçları, işten ayrılma oranları, düşen karlılık, azalan yaratıcılık ya da kendini tekrar yöntemi ile intihar diyelim, uyum eksikliği, takım olmak yerine bireyselliğin, yıkıcı rekabetin ön planda olması bir nefeste sayabildiğim olumsuz sonuçlardan. Bu sonuçlardan herhangi biri kurumlar için adeta bir uyandırma zili niteliğinde. Sonuç; insan kaynakları departmanının acaba neyi nasıl farklı yapsak arayışları. Önerim işe kalbi taşımak. Kalp çarpıntınızın ekibinize yansımasını sağlamanız. Bunu şiddetle tavsiye ediyorum. Bir koç olarak soru sormadan duramadığımdan sizi şu sorularla düşünmeye davet etmek istiyorum; Kalbinizin işinize yansımasını ne ölçüde sağlıyorsunuz? ( 1 ile 10’lu skaladan gidelim mi? 1 minimum olsun, 10 maksimum. Kaçtasınız?) Bu oranı yukarıya doğru taşısanız acaba neler farklı olurdu? Bu noktada ne kadarına varım, hazırım, kendimi nerede durduruyorum, durdurmasaydım ne olurdu? sorulabilecek diğer sorulardan. İşinize kalbinizi daha çok nasıl taşıyabilirsiniz? Bundan kimler, nasıl etkilenirdi? Düşünmeye değer.

Kalpleri Titreten Bir Lider Olmaya Ne Kadar Yakınsınız?
Haydi, gelin şimdi farklı bir örneğe bakalım. Yıllar önce bir şirkette, idari işlerden sorumlu bir yönetici vardı. Şirketin tüm ufak tefek satın almaları, tedarikleri, ulaşım kendisinden geçerdi. Patrona da yakın bir insan olduğu için yanına pek yaklaşılmazdı. Gücünü büyüten ve gücü ile eziyet eden bu yöneticinin çevresinde, söylediği her şeyi onaylayarak ya da ona itaat ederek var olabilirdiniz. Aksi takdirde onun hizmet verdiği ihtiyaçlarınızda okyanusu geçip bir karış suda boğulurdunuz ve O bunu zevkle seyrederdi. Ben birkaç sene çalıştım ve sonra o kurumdan ayrıldım. Zaman zaman arkadaşlarımla bir araya geldiğimizde bu yönetici hala şakalarımıza konu olur. Kimse pek iyi duygularla hatırlamıyor. O’nunla şirketten ayrıldıktan yıllar sonra karşılaştım. Geçirdiği sağlık sorununu ve kimsenin kendisini arayıp sormadığını anlattı üzüntüyle… Bir zamanlar çevresinde korku ile bekleşen, el pençe divan duranlar çalışanları da yoktu. Korku ile yöneten, liderlik edenlerin sonları ihtişamı takiben trajik bir yalnızlık değil mi? Bunun örneklerini sadece iş hayatında değil, hayatın pek çok alanında görebiliriz.

Sevgili kardeşim Cenk Kahvecioğlu’na sordum, “Duygu olarak korkunun temeli nedir?” diye, “Fiziksel tehdit” dedi. Anlamlı, özellikle tehdidin beyindeki etkisine bakınca. Kalp ve korkuya nörolojik açıdan bakacak olursak, bu iki kavramın beynimiz üzerindeki etkisinin de güçlü olduğunu görürüz. Yaşam ve ölüm kadar keskin. FMR alanındaki gelişmeler beyni anlamamızda daha detaylı araştırmalara ve sonuçlara ulaşmamıza destek oluyor. Görülüyor ki iş hayatındaki pek çok kaygı ve korku beyindeki fiziksel acı, fiziksel tehdit bölgeleri ile aynı alanlarda uyarılara yol açıyor. Beynin en önemli işlevlerinden biri tehdidi ölçmek, tehditle ilgili veriler aramak, varsa bulmak, toplamak. Beyin her 6 saniyede bir çevreden gelen tüm uyaranları tarayarak ortamda tehdit olup olmadığına bakıyor. Her 5 negatife 1 pozitifi fark ediyor. Peki tehdit algıladığında ne oluyor? Amigdala ve limbik sistem beyni ve işleyişini ele geçirerek tehdide uygun cevaplar arayışına giriyor. Bu konulara ilerdeki yazılarda değinmek üzere fazla girmeden, bu sistemlerin sürekli uyarılmasının iş, performans, ilişkiler, kişinin bedeni ve ruhu üzerinde yıkıcı etkisi olduğunu söyleyebilirim.

İnsan tür olarak sosyal bağlara ihtiyacı, yaşamda kalması buna bağlı olma temelinden hareketle, çok yüksek olan bir tür. Dolayısı ile kendini güvende, huzurlu, mutlu hissetmesi onun ortama olan aidiyetini, göreve olan inancını, performansını birebir etkiliyor. Korku ve kaygı temelli bir yönetim ve liderlik ancak çok sınırlı zamanlar için etkili sonuç verebilir. Uzun vadeli ve sürdürülebilir başarı için insanların duygularını, dolayısı ile beyinlerini olumlu etkilemeye ihtiyaç var. Bu da bizi kalbe götürüyor.

Peki, kararlarınızda kalp mi veriler mi baskın desem ne cevap verirsiniz?
Verilen cevaplardan örnekler şöyle :
“Lider verilerden faydalanır, ancak kalp bazen bu verilere karşı çıkar – Şahin Bütüner
“Kalbinle olan ilişkin evrenle olan ilişkindir, kalbinle gördüğün yolda yürürsün. Kalple ticari başarıyı birleştirdiğinde aldığın kararlar bazen sorgulanır ama sonuçta doğruluğunu görürsün”- Tuğrul Tellioğlu

İş literatüründe biz bunlara Sezgisel Liderlik diyoruz. Sezgisel liderliğin bir parçası da duygusal zekanın önemli alanlarından biri öz farkındalığa gidiyor. Kendinden; vücudundan, ruhundan, zihninden gelen işaretlerin farkında olmak. Kişi bir günü beli ağrıyarak geçiriyorsa ve fark etmiyorsa, ayağının şiştiğini davul olduğunu eve gidip ayakkabısını çıkardığında görüyorsa, dinlenme ihtiyacı için vücudundan gelen işaretleri görmezden geliyorsa, kendisi için neyin önemli olduğunu sorup cevaplamakta zorlanıyorsa öz farkındalığı pek de iyi durumda değildir. Öz farkındalık geliştirilebilir bir alandır ( tüm duygusal zeka alanlarında olduğu gibi) Kişi öz farkındalıkla kalbinin ona söylediklerini duyar, kendi sesini duyma becerisinin gelişmesi liderliği de olumlu etkiler, çünkü diğerleri üzerindeki etkisini fark etmenin bir yolu da öz farkındalıktan geçer. Kalbini fark edemeyen kalbi nasıl taşısın? Kalple zihin arasında sıkıştığını hisseden prosedürel yapılı okuyucularımız için de bir çözüm var, hem de çok eski bir öğretiden geliyor. Türkiye’de de eğitimleri olan CGT (Counsul Guide Training) Walking Beauty’de duyduğum bir terimi paylaşmak istiyorum sizinle.

Heartmind; kalbin aklıyla hareketi anlamına geliyor.

Neresinden bakarsanız bakın kalbi taşımak iç sesinizi duymayı gerektiriyor. İç sesi duymak için de dinlemek lazım. Dinlemek için kendinize vakit ayırmalısınız. Başarılı bir liderin derin düşünmek, temiz düşünmek için meditasyon yapması ya da meditasyonel uğraşılar edinmesi gerekiyor. Ruhunuz buna ihtiyaç duyuyor desem belki de önemsenmeyebilir ama inanın beyninizin, sinir sisteminizin de net bir ihtiyacı bu. Bu şekilde siz de kalbinizin, zihninizin sesini duyabilirsiniz. Bu sizi kendinizle ilgili daha derin bir farkındalığa taşır. Dışarıdaki ya da içerideki gürültüler susar. İşte o zaman siz de korku ve kaygılarınızın arasından kendini duyuran kalp sesinizle bir olursunuz. Kararlarınız, seçimleriniz, işiniz, özeliniz, kısaca her şeyiniz kalbinizin ritmi ile dolar. Dolarsa ne mi olur? Bilmiyorum, siz söyleyin…

Sormak istiyorum; yaşamınızı en çok ne etkiliyor, kalbiniz mi korkularınız mı? Çevrenizdekileri en çok nasıl etkiliyorsunuz, kalple mi korkularla mı?

 
 

© 2015 Derin Koçluk Danışmanlık ve İletilim Hizmetleri Ltd. Şti.